Baharda tatil bir başkaymış. Bunu iki günlük Cunda- Ayvalık
seyahatim esnasında anladım. Bugüne kadar hep yaz mevsiminde gittiğim o
sokaklarda, denize girme vaktimizden çalmayalım derdi olmaksızın dolaştım. Ne
yalan söyleyeyim, bir sürü şey kaçırmışım. Gün bambaşka doğup, başka batıyormuş
meğer.
6-7 saatlik bir yolculuk sonunda, dördüncü kez ziyaret
ettiğim, demin de söylediğim gibi her bir ziyarette denize daha çok girelim
diye zamanı hep suda geçirdiğimiz Cunda’dayım yine. Neden bilmem burası benim
için çok özel. Ayak bastığım an, ferahlıyorum sanki. Ben de güzel anılar bırakmış olacak ki üç sene önce yakın arkadaşımla birlikte geldiğimde kaldığımız Ezer
Butik Otel’de kalmaya karar veriyoruz. Tabii buranın, hemen denizin kenarında olması, çarşıya
yakın konumu, alt katında bulunan çok özel deniz ürünleriyle dolu Teo’s
Restaurant, bu seçimi yapmamızda etkili oluyor doğrusu. Nitekim pişman etmiyor
bizi yine, yeniden, özellikle Pazar sabahı denizden gelen dalga sesleri eşliğinde taze ürünlerle
kahvaltı etmek çok güzel. Kahvaltıda az çeşit var; ancak hep söylediğim gibi
az olsun öz olsun. Her şeyin taze ve lezzetli olması en önemlisi.
Vardıktan kısa bir süre sonra hemen uzun bir yürüyüş yapıyoruz Cunda içerisinde. Alibey Adası
olarak da adı geçen Cunda, Ayvalık’a bağlı bir ada. Doğal güzelliği, tarihi
yapıları, kilise ve manastırlarıyla birlikte yürüdüğünüz yollarda nereye
bakacağınızı şaşırmanız olası bir durum. Bu yapıların çoğu koruma altına alınmış, zorlu
süreçlerden sonra, iyi de olmuş.
Yürüyüş yorunca neredeyse tüm kış hayalini kurduğum, Taş
Kahve’de kısa bir kahve molası veriyoruz. Taş Kahve, mimari yapısı, taş
duvarları, kocaman renkli pencereleri ve özellikle iç kısımdaki doğallığıyla
birlikte benim saatlerce oturup etrafı seyredebileceğim, huzur bulabildiğim bi’
yer. Sanırım herkes için böyle bi’ yere dönüşmüş ki, tüm Cunda’nın toplandığı,
uzaktan gelenlerin de uğramadan geçmediği bir alan haline gelmiş. Bunda
kahvelerinin ve leziz kahvaltılarının etkisi de büyük elbet; ama biz sadece
kahve içip kendimizi öğlen yemeğine yavaş yavaş hazırlıyoruz.
Uzun
yolun etkisi mi bilmem açlık her yanımızı sarınca bana göre Cunda’nın en stil
mekanı olan Ayna’ya geçiyoruz.
Ayna, taş evlerden birine konuşlanmış, oldukça modern, şık
ve tarz bir yer. Akdeniz mutfağının etkilerini görebildiğimiz Ayna’da menüden
seçebileceğiniz yiyeceklerin yanı sıra, günlük yemekler de bulunuyor. Mesela
bizim gittiğimiz gün, favalı enginar ve musakka gibi seçenekler vardı, musakka
ve Cunda’ya özel mezelerden oluşan meze tabağını denedik. İnanılmaz
lezzetliydi. Sanırım üç gün daha kalsak her öğün buraya gelebilirim diye
düşündüm. Sebzelerden, mezelere, çoğu yerde bulamayacağınız ana yemeklerden,
enfes tatlılara kadar geniş bir menüye sahip Ayna. O atmosferde, böylesi güzel
lezzetler kaçmaz. Benden söylemesi!
Madem
karnımız tok, sırtımız pek. Eh öyleyse, Ayvalık’a doğru bir motora binip
gitmenin vaktidir diyoruz. Ayvalık, şirin mi şirin bir sahil kasabası gibi. Ara
sokaklara girdiğinizde mahalle ruhu, kahve kültürü ve esnafın bağı şaşırtıcı ve
izlenesi. Özellikle Macaron bölgesindeki Rum evlerinin içlerinde taşıdığı
geçmişi düşünmek çok keyifli. Sokaklarda buraların tarihi dokusunu hissedebiliyorsunuz. Arnavut kaldırımları biraz zorlasa da o sokağa da girelim, bu sokağa da girelim diyerek adeta büyüleniyorsunuz. Geçmiş dedim ya, liseyi burada bitiren babamın, geçmişe dair izler aramasın seyretmek de bana apayrı bir mutluluk verdi diyebilirim. Doğal bişey sanırım, yıllar geçmiş de olsa insan önceki hayatına dair izler yakalayınca çocuk haline geri dönüyor. Bu da çocuk masumluğuyla mutlu olması sonucunu beraberinde getiriyor.
Saatleri bol bol yürüyerek geçirince yine bir yorgunluk çöküyor ya, o zaman koşun Şeytan Sofrası’na.
İsmi garip gelmesin, sönmüş bir volkandan kalan lav birikintileriyle oluşmuş bir tepe
burası, sofra biçiminde olduğu için ve bir kafes içinde ayak izine benzeyen bir iz olduğundan (şeytanın ayak izi deniyor) adı bu şekilde. Özellikle turistlerin çokça sevdiği
bu tepede gün batımını seyir, bişeyler içip zaman geçirmek ve tabii ki onlarca
fotoğraf çekmek, yapabilecekleriniz arasında. Manzara ve buranın konumu bana en güzel tatil rotalarımdan biri olan Belgrad’taki
Kalemegdan’ı hatırlatıyor, ayrı bir seviyorum bu yüzden.
Yine
mi acıktık? Eh, Cunda’ya dönelim madem. Bir rakı balık yakışır! Cunda Deniz Restaurant’a
gidiyoruz. Hemen sahilde sıralanmış balık-meze restaurantlarından bir tanesi.
Oldukça da keyifli bi’ yer. Aklım, tavernada, önceden gitmiş olduğum İtalyan
Restaurant’ı Uno’da ve Ayna’nın o enfes lezzetlerinde kalmadı desem yalan; ama
olsun. Cunda mutfağının harika mezeleri ve balıklar için güzel bi’ yerde
olduğumuzu hissediyorum. Aklımda kabak çiçeği dolması var pek tabii; ancak
henüz Cunda Deniz Restaurant’ta bulunmuyor. Biz de onun yerinde zeytinyağlı
sarmaya sarıyoruz. Bir yandan midye dolmalar, bir yandan Cunda mezeleri ve en
sevdiğim börülce! Sonunda da sevdiğim balıklardan tekirle birlikte manzaraya
dönüp, gecenin keyfini çıkarmak en güzeli.
Burada
saatlerce oturmak mümkün; ancak farklı bişeyler yapayım derseniz, Cunda’ın en
fotojenik mekanı olduğunu düşündüğüm, onlarca çeşit şaraba ev sahipliği yapan,
Vino Şarap Evi’ne uğrayabilirsiniz bizim gibi.
Güzel müzikler, lezzetli çeşitlerden oluşan bir peynir
tabağı ve şaraplar eşliğinde zaman akıp geçer. Bir haftasonunuzu Cunda-Ayvalık’a
ayırın! Çok seveceksinizJ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder