30 Mart 2015 Pazartesi

Bağdat Caddesi'nin Yenisi; Marlon Suadiye


Bazı dükkanların makus kaderi vardır. Devamlı el değiştirir, oraya gittiğinizde daha önce var olan yeri bulamazsınız. Suadiye'de Suadiye Hotel'in iki yanında bulunan koca alan da böyleydi. Suadiye Cafe'yle beraber biraz değişen bu durumla beraber yeni açılan Marlon Suadiye'yi gördükten sonra burada kalıcı olacak bi yer olmuş diye düşündüm ve hemen keşfettim:)

Suadiye ışıklardan sola girince Plaj Yolu Sokak'ta, Suadiye Hotel'in hemen yanında Marlon. Bağdat Caddesinin en yenisi. Şık dekorasyonu, ferah ambiyansı ve çalışanların kibarlığına bakılacak olursa caddenin en çok uğranılan yeri olacak gibi gözüküyor. Geniş bir dış kısmı var, ısıtıcılar sayesinde üşümeksizin rahatça oturulabiliniyor. Menüsü çok geniş, her zevke her isteğe hitap edebilecek çeşitlilikte. El yapımı makarnalar, etler en gözde seçenekler. Özellikle de diyet yapanlar için birçok leziz yemek bulunuyor, fit burger bunlardan yalnızca biri. Akşam yemeğine gelebileceğiniz gibi, öğlen yemeği, brunch, hatta kahve ve tatlınız eşliğinde caddenin keyfini çıkartabilirsiniz.

 Biz arkadaşlarımla cuma gecemizi burada geçirmeye karar veriyoruz. Açlığımızı yatıştırsın diye başlangıçlardan seçimimizi yapıyoruz. İçerisinde barbekü soslu köfte, tavuk parçalari, patates gibi seçeneklerin bulunduğu bir tabak geliyor, lezzetler yerinde. Sonrasında sipariş ettiğimiz lokum etler, yanlarında garnitür olarak verilen mantar ve sosun da lezzetleri yerinde diye düşünüyoruz, zamanla daha da iyi olacağına eminim, özenli bir mekan çünkü. Sunumlar oldukça hoş, tercihe göre etlerin yanında brokoli gibi daha light yiyecekler de gelebiliyor. Bağdat Caddesinde, ferah bir ortamda zaman geçirmek isteyenler için hoş bir tercih olabilir, deneyebilirsiniz.
Buranın bana anımsattığı şarkı; Nu-Man o To

https://www.youtube.com/watch?v=KsMEBEcxzYA


25 Mart 2015 Çarşamba

Bir Haftasonu Kaçamağı; İzmir-Alaçatı

Bir Haftasonu Kaçamağı; İzmir-Alaçatı


Şehirden bıtkığımız, kendimizi mutlu etmek adına nefes almaya, evden uzaklaşmaya ihtiyaç duyduğumuz bir anda arkadaşımla İzmir'e gitmeye karar veriyoruz. Birkaç kez daha ziyaret ettiğimiz güzel İzmir, bu kez daha bi cazip, daha bi yaşanılası hatta taşınılası geliyor. İşte Ege'de bol yemekli, musmutlu bir haftasonu!

İstanbul'u, aklımızı, evi, kalabalığı, trafiği bırakıp gitmek istediğimiz o gün aklımıza birçok şehir geliyor, gel zaman git zaman İzmir kararı çıkıyor ikimizden de. Çıkıyoruz yollara. Sırt çantasıyla çıkılan tatilleri hep çok sevmişimdir. O tatillerde biraz telaş, bir o kadar rahatlık, çokça da kaçma hissi vardır. Sırt çantamıza iki üç şey atıp koyuluyoruz yola. İndiğimizde hissettiğimiz hava bile bir başka geliyor, nefes aldırıyor. İlk gün Bostanlı'da kalacağımız için kahvaltımızı orada yaparız diye düşünüyoruz.
Reyhan Pastanesi; Yıllardır buraların en meşhuru olup, lezzetli tatlıları, unlu mamülleri ve kahvaltısının güzelliğinden hiçbir şey yitirmeksizin varlığını sürdüren Reyhan Pastanesi bir de Bostanlı'da şube açmış. Tatlıların olduğu seti hevesle inceleyip, yerimize yerleştikten hemen sonra ortaya serpme kahvaltı söylüyoruz. Kahvaltıya dair aklımıza gelebilecek her şeyin taze olarak bulunduğu bu yerde, masaya ilk gelen İzmir'in meşhuru boyoz oluyor. Kim ne kadar sever bilemem; ama o çıtır çıtır lezzet benim hep aklımda olduğundan ilk olarak boyozu yiyorum. Tatlıları ve ikramları da bir harika...

Bu kadar yedikten sonra bir yürüyüş gerekli diyerek, öncelikle vapura binip Alsancak'a geçiyoruz. Bu şehirde sanki zaman durmuş, kimsenin acelesi yok. Birbirini iterek ilk inmeye ya da binmeye çalışan insanlardan uzak,  İstanbul'da yaşayamadığımız sakinlik ve dinginlik içerisinde vapur keyfi yapıyoruz. Buraya gelmişken Dario Moreno Sokak'a ve Tarihi Asansör'e gelmemek olmaz. Tarihi Asansör'de azıcık sıra bekledikten sonra, deniz ve mehtap şarkısı eşliğinde İzmir'i kuş bakışı seyretmeye doğru yükseliyoruz. Asansörün en üst katına çıkınca enfes manzara, güzel müzik ve çay molası verebileceğimiz bir cafe bizi karşılıyor.
Soluklandıktan sonra yola devam deyip, Kızlarağası Hanı'ndan meşhur dibek kahve satın almaya gidiyoruz, bu arada saat kulesinin önünden geçip, fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyoruz. Derken bence İzmir'in en keyifli yeri olan, Kordon'a adım atıyoruz. Bir tarafımızda deniz, yeşillikler, diğer tarafta ise hala kirlenmemiş ferah yapılar...Yürüdükçe yürüyoruz. Yorgun düşünce soluklanmak için bi yere oturup akşamı, güneşin batışı eşliğinde karşılıyoruz.
Deniz Restaurant Alsancak; Balık-meze keyfi için yıllardır var olan, değişmeyen lezzetli mekan Deniz Restaurant'a gidiyoruz akşam yemeğine. Oldukça klasik bir balık restaurantı burası, gelenler de öyle. Birçok müdavimi var. Menüde mevsimine uygun olmak üzere her türlü deniz mahsülünü bulmak mümkün, meze çeşitlerinden levrek marin, şakşuka gibi seçenekleri deniyoruz, hepsi leziz. Asıl vurucu olan ise balık mantısı ve barbun oluyor. Karideslerin hamurla birleşimi üzerinde de mantı sosu her daim beni mutlu edebilecek bir tarif. Ortam nezih, balıklar güzel, mezeler de aynı şekilde; ancak fiyatlar oldukça yüksek. Tek kişilik söylediğimiz şeyin iki kişilik gelmesi ya da sipariş etmediğimiz yemeklerin ikram gibi sunularak, fiyata yansıtılması gibi durumlar yaşadık. Yine de lezzetlere söylenecek söz yok.
Ertesi sabah, İzmir'in yine en meşhurlarından, hatta sembolü haline gelmiş olan kumrusunu denemek istiyoruz. Kumrucu Şevki'ye gidip sosis, sucuk, taze ekmek, kaşar ve tereyağından oluşan kalori ve lezzet bombardımanı yaşatan kumruyu kahvaltı olarak bir güzel midelerimize indiriyoruz ve Alaçatı'nın yolunu tutuyoruz. Alaçatı yazın geldiğim, evleri, yolları, doğasıyla mest eden; ancak mevsimle sıcaklıkla orantılı olarak çılgın bir kalabalıkla başetmemizi gerektiren bi yer olarak aklımda yer etmişti. Baharın ilk günlerinde geldik ve kalabalıktan eser olmaması beni en çok sevindiren yan oldu. Mesela köşeyi tutan, mahallenin muhtarı gibi herkesin muhakkak uğradığı Köşe Kahve'de kolayca yer bulduk. Damla sakızlı türk kahvelerimizi yudumlarken sokağı izlemek, sohbet etmek oldukça keyifliydi. Uzun süredir bu kadar huzurlu hissetmemiştim kendimi.

 Alaçatı sokaklarını arşınlamak, ufak tefek orjinal şeyler bulmak, evleri izlemek, birbirine selam veren devamlı gülümser haldeki esnafı görmek beni çok mutlu etti doğrusu. Üstelik acıkınca en güzel midye dolmaların burada olduğunu bilmek hatta 15-20 tane yemek en iyisiydi :) Bu arada Alaçatı'da kalmayı tercih ettiğimiz otel, Cumbalı Konak oldu. Alaçatı merkeze yakın olması, çalışanların kibarlığı, ambiyansın güzelliği, odaların şıklığıyla sanırım bi sonraki gelişimde de düşünmeksizin kalmak için seçeceğim yer olarak aklımda yer edindi. Kahvaltıdan bahsetmiyorum bile. Otelde ettiğimiz kahvaltı, tazeliğiyle lezzetiyle enfesti. Pişilerin tadı hala aklımda.

Peki son vuruşu nerede mi yaptık? Pek tabi ki Asma Yaprağı'nda. Daha önce gitme fırsatım olmamıştı, o akşam gittiğimde bayıldım. Ortam çok şirindi. İçeriye girdiğimiz anda burnumuza dolan koku, yiyeceğimiz lezzetlerin habercisi gibiydi. Günlük çıkan ege yemeklerinden seçimlerimizi yapıp, üst kata geçtik. Ege mutfağını keşfetmek isteyenler için birebir. Mezeler çok lezzetli. Özellikle ben, şevketibostan ve balkabağından yapılan sinkontaya bayıldım! Sonrasında ana yemek olarak yediğimiz Tarçınlı Girit Köfte de sosuyla mutlu etti.
Kaçmak istediğinizde, özellikle de kalabalığın fazlalaşmadığı bu mevsimde İzmir ve Alaçatı'nın keyfini çıkarın. Mesela haftaya haftasonu Alaçatı Ot Festivali'ni ziyaret edebilirsiniz. Mutlu olabilmek için bir haftasonu bile yetiyor ! 


















16 Mart 2015 Pazartesi

Suadiye'nin Yeni İtalyanı; İl Conte Ristorante


Bağdat Caddesi'nde dünya mutfağına ağırlık veren, menüsü geniş birçok mekan var. Yalnızca İtalyan mutfağıyla ilgilenen yer sayısı ise oldukça az. Vapiano, La Mia Luce ve yıllardır klasikleşmiş olan Ristorante İl Padrino bunlardan birkaçı. Bu eksikliği tamamlayabilecek yepyeni bi' yer Suadiye'deki yerini aldı. İşte İl Conte Ristorante...
Suadiye'de Büyükhanlı Konutlarının bulunduğu yere konuşlanmış İl Conte. Oldukça geniş bi' alan üzerine kurulmuş. Ferah bir atmosfer söz konusu. Köşelere kurulmuş rahat kadife yeşil koltuklar, geniş bar kısmı, duvarları saran sarmaşıklar eşliğinde, mekan bir İtalyan Restaurantından beklenecek şıklığı yakalamış, klasik öğelere yer verilmiş. Çalışanlar oldukça kibar. Fiyatlarsa bu şıklığı karşılayacak düzeyde, Bağdat Caddesi'nin ortalamasını ise çok fazla geçmiyor.

Bana kalırsa, iş yemekleri, kalabalık arkadaş grupları ve daha sakin ortamları seven bi yandan da lezzetli yemekler tatmak isteyenler için oldukça uygun bir mekan. Menüde bir İtalyan restaurantında bulunması gereken her şey mevcut. Pizzalardan, makarnalara, risottolardan, ana yemeklere geniş bir seçenek skalası var.
Biz gittiğimizde mantarlı risotto, lazanya ve gorgonzola peynirli makarnasını tercih ediyoruz. Lazanya, biraz tuzsuz geliyor, daha iyisi olabilir diye düşünüyoruz; ancak risotto ve makarna leziz. Yerli yerinde lezzetleri. Bir sonraki gidişimde safranlı risotto ya da pizza çeşitlerinden herhangi birini deneyebileceğimizi düşünüyorum.
Bizim için o gecenin ve masanın yıldızı, tatlı oluyor açıkçası. Semifreddo, son zamanlarda yediğim en iyi tatlılardan, tatlar çok güzel bi bileşim oluşturmuş, birbirlerine yakışmış. Ayrıca kendi yapımları çikolatalardan ikram etmeleri de hoş bir jest oluyor doğrusu. Caddede gerçekten başarılı İtalyan Restaurantları var, doğru; ancak İl Conte Ristorante de bizler için hoş bir alternatif oldu, deneyebilirsiniz.


Buranın bana anımsattığı şarkı; 

                  Buika - No habrá nadie en el mundo

           https://www.youtube.com/watch?v=pgQBlPgdzY0








4 Mart 2015 Çarşamba

Moda'da Bir Tasarım Dükkanı&Cafe

Moda'da Bir Tasarım Dükkanı&Cafe

Ne zaman orjinal, yaratıcı tasarımların olduğu bir dükkan görsem vitrine yapışıveriyorum. Geçen günlerde Volare Moda'yla tanışmamız da böyle oldu, içeriye bakarak yürümeye çalıştığımdan ezilecektim neredeyse. O gün acelem olduğundan giremedim. Hemen ertesi gün gidip keşfettim:)
Moda Caddesi'ne doğru yürürken ikinci sağdan giriyorum. Aklımdaki  yere ulaşma isteğiyle hızlı hızlı yürürken, Volera'yı görüp kalakalıyorum. İçerisi müthiş. El örgüsü yastıklar, patchworkler, keçeden yapılmış bebekler, kanaviçe çalışmalar, camdan ürünler ve dahası... Kısaca en zevkli tasarım ürünleri burada bulunuyor. Dükkanda ne yana bakacağını şaşırır halde buluyorum kendimi. Her şey son derece orjinal, rengarenk. İçi açılıyor insanın. Çocuklar için inanılmaz tatlı ve üzerinde büyük emek olan oyuncaklar da cabası. Burası hem yaş sınırı tanımayan bi' tasarım dükkanı, hem çeşitli workshopların yapıldığı bir yer hem de giriş kısmındaki iki küçük masadan anlayabileceğiniz üzere bir cafe.
Whittard Chelsea'nın çaylarını hoş sunumlar eşliğinde bulabileceğiniz gibi, bu çay çeşitlerini ve sıcak çikolataları buradan satın alabilmeniz de mümkün. Bunun dışında üç çeşit peynir, zeytin, domates yeşillik ve reçellerden oluşan mini kahvaltısı, kars gravyerli jambonlu sandviçleriyle simit, sebzeli kiş ve mini poğaça çeşitleri de mevcut. Cheesecake, browni gibi tatlı çeşitleri de var.
Burada filtre kahvem eşliğinde oturmak çok hoş oluyor çünkü etrafı izlemek, bu hoş şeyleri yakından görmek, kenarda oturup sokağın nabzını tutmak son derece keyifli. Mekanın minik kedisinden bahsetmezsem olmaz, son zamanlarda gördüğüm en tatlı varlık olabilir :) Demem o ki, bu dükkana muhakkak uğrayın!


                                         Buranın bana anımsattığı şarkı; Chet Faker-Gold 

                                         https://www.youtube.com/watch?v=hi4pzKvuEQM





2 Mart 2015 Pazartesi

Eski İstanbul'u Anımsatan Mekan; Ravouna 1906

 Ravouna 1906

Beyoğlu'nun hunharca kalabalık halinden rahatsız olmayanımız yoktur. Şişhane ve özellikle de Galata'ya doğru indiğimizde ise kalabalık dönüşerek daha az yorucu hale gelir, en azından kaçıp sessizlikle oturabileceğimiz birçok yer vardır. İstiklal Caddesi'nin üzerinde ise kaçıp da başka bir dünyadaymış gibi hissedebileceğimiz yer yok diyordum ki, Ravouna 1906, imdadıma yetişti...
İstiklal Caddesi'ni boylu boyunca yürüyüp, İstanbul Barosu'na kadar geldiğimiz o gün, cadde üstüne sol yanda görüyorum Ravouna 1906'yı. Kapıdan içeri girer girmez, hem tarihi hem de modern bir başka dünyaya dahil olmuş gibi düşündürüyor. Sanki Fransa'da bir cafeye girmişim ya da yıllar öncesinde eski İstanbul'u yaşıyormuşum gibi hissediyorum. 1906 yılından kalmış bu binanın tarihi dokusuna dokunulmamış, dükkanın eski haline de. Nostaljik dolap ve raflar, içerisinde şarap çeşitleri, sürprizli asma kat kısmı ve tavandan sarkan şık avizelerle ortam bambaşka. Çalışanlar, son derece kibar ve güleryüzlü.
Ortam öyle güzel ve farklı ki buranın oldukça pahalı bi yer olabileceği akla geliyor doğrusu; ancak bu ambiyansa göre fiyatlar kesinlikle uygun. 2. katından sonrası butik otel olan Ravouna 1906'da cumaları canlı jazz müzik dinleme imkanı da söz konusu. Ayrıca kahvaltıdan, ana yemeklere, şaraplardan, kahve çeşitlerine kadar geniş bir menüsü var. Burada her türlü keyfi yapabilmeniz mümkün. Biz o gün gittiğimizde latte ve cappuccinoyla yürüyüşümüze kısa bir mola vermek istedik. Oldukça keyifli oldu. Bi gün mutlaka yemeklerini denemek için de geleceğimizi not ederek mekandan ayrıldık. Size de tavsiye ederim :) 

                                      Buranın bana anımsattığı şarkı; Pink Martini-Amado Mio 

                                          https://www.youtube.com/watch?v=mCd2ulKPhHU