22 Eylül 2014 Pazartesi

1 kitap 1 mekan :)



                                                                1 kitap 1 mekan :)

 DOĞA TARİHİ 

''Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri, bizim kafeslerimiz'' Virginia Woolf 

Kitabı elime alıyorum, ilk sayfayı açıyorum ve karşıma çıkan cümle bu. İlk görüşte aşk gibi ilişkimiz. Geri kalan sayfaları iyi-kötü tüm yönleriyle kabul edip, merakla okumaya koyuluyorum. Ne yazarsa yazsın kabulüm. İlk cümle vuruyor çünkü bu aralar derdimiz hep başkalarının düşünceleri, o ne der bu ne der diye kaçırdıklarımız, kaçındıklarımız... Oysa başkalarının düşünceleri, başkalarının hayatları. Bizim değil. Baş kahraman Doğa da bu dertten müzdarip; ancak o bunu kabullenip, tüm yaşamını başkalarına göre inşaa etmeye başlıyor. Kendi gözleriyle değil de başkalarının gözleriyle bakıyor dünyaya. Tek arzusu onaylanmak. Onaylanacağı şekilde davranmak, hissettiği gibi değil.  

''Doğa, şarap içmeyi sevmiyordu. Şarabın tadı içini kaldırıyordu. Doğa şarap içiyor olmayı seviyordu''  

Üstte yazdığım kitaptan alıntı cümle güzelce özetliyor aslında. Doğa onaylanmayı seviyordu. Şirkette en iyi hep o olmalıydı, en zayıf, en güzel, gözler ona doğru dönmeliydi hep, hayran bakışlar üzerinde olmalıydı. Plazada, sporda, avmde. Doğa'nın Doğa'dan güzel arkadaşı olmamalıydı. Her zaman farklı olmalıydı, en çok onun fotoğrafları beğenilmeli, bir restoranta gittiğinde en çok onunla ilgilenilmeliydi. Doğa ilk gençlik çağlarında yaptı tercihini. En sevdiği grup olan Sepultura'nın cd'sini alıp dinlemek yerine, son parasıyla Sepultura yazılı t-shirt'ü almayı ve Sepultura dinlediğini tüm insanlara göstermeyi seçtiği gün, asıl seçimini yapmıştı. Artık olduğu gibi görünmeyecek, yalnızca göründüğü gibi olacaktı ve dinlemek yerine, dinlediğini göstermeye çalışacaktı. Bu onaylanmanın ilk kuralıydı. 

-meli -malı ekleri hep sıkıntı vermiştir bana. Bundandır ki kitaptan fazlaca etkilendim. Bişeyi böyle böyle yapmalı, böyle böyle etmeli diye sınırlandırmak oldukça anlamsız. Tek doğru olmadığı gibi, herkesin gerçeği de kendine. Olması gereken diye bişey yok, olması gereken zaman buydu diye bişey de yok. Herkes hayali neyse onun peşinden koşmalı, kim ne der diye düşünmeksizin. Uzun süredir üzerine düşündüğüm yegane konu bu. Benim gerçeğim, benim doğrum. Başka kimi ilgilendirir ki ? Yalnızca paylaştığımız kadarına vakıf olabilir insanlar.

Son olarak Tezer Özlü'nün bir sözünü hatırlıyorum. ''Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin 'medeni durum' dediğiniz durumsuzluk ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil'' 

Kitabı herkese tavsiye ederim bu arada, keyifle okunuyor :)




RAFİNE ESPRESSO BAR 

İstanbul öyle kalabalık ki. Ağzına kadar dolu bir şişeye benzetiyorum bazen. İçinde sıkışıp kalmamak imkansız. Metrobüs ve metroya binmek zorunda olduğum günlerde; bu şehrin içinde boğuluyorum sanki. İnsan güruhu üzerime üzerime gelirken ne huzurdan eser kalıyor, ne de hümanistliğimden :) 

İşte böyle bir günde, az insan, çok müzik, belki biraz da kahveye ihtiyaç duyuyor insan. Böyle bir anda, Kadıköy'ün belki de en kalabalık yeri Zeplin'in hemen karşısındaki Rafine Espresso Bar'ı görüyorum. Üç dört masalık ufacık bir yer. Hemen oturup filtre kahve ve browni söylüyorum. Oturduğum yerin karşı duvarında Sylvester Stalonne çizimi. Adeta onunla içiyoruz kahvelerimizi, sonra ben kitabıma dönüyorum. Derken siparişlerim geliyor. Beklentim yüksek değil; ancak browniden bi çatal aldıktan sonra dağılan dikkatim, yayılan lezzet beni de oldukça şaşırtıyor. Sonradan sebebini öğreniyorum. Cafenin sahibi esasında aşçı; hemde ünlü şef Batuhan Piatti'yle çalışmış, birçok yerde daha onun imzası bulunmakta. Bu yüzden de tatlıların enfes olması çok doğal. Tüm tatlıları içerideki küçük mutfakta kendisi yapıyormuş. Cheesecake, tiramisu, balkabaklı cheesecake ilk aklımda kalanlar. 

Mekan üç haftalık taze bi' yer. Hep tatlılardan bahsettim; ama kahve çeşitleri de enfes. Zaten asıl olarak kahveye ağırlık vermişler. Kadıköy'de yaşayanlar veya oradan geçenler için de self servis şeklinde karton kutuda kahvelerini almaları için uğrak bir mekan olmuş bile Rafine. Uğrayın derim! 


Buranın bana anımsattığı şarkı; 

Depeche Mode- Strangelove

 http://www.youtube.com/watch?v=JbWj951Bt2U



11 Eylül 2014 Perşembe

YENİ!

YENİ!

Yeni olan her şey güzel ve heyecan vericidir. İlk defa dinlediğimiz bir şarkı, okuduğumuz bir paragraf bile algılarımızı tümüyle değiştirip, dönüştürebilir. Bu bağlamda atalarımızın da dile getirdiği üzere tebdil-i mekanda ferahlık olduğu gerçeği de tartışılmazdır kanımca :) Bu yüzdendir ki yeni yerler keşfetmek beni mutlu etmekte, siz de gider ve benim kadar seversiniz umarım :)



ANADOLU YAKASINDA BİR KEŞİF; CoffeeNutz

Anadolu yakası; sessiz sedasız sokakları, sakinliği, genel eğlence ve yaşam merkezlerine uzaklığıyla her zaman uzun uzun zaman geçirmek açısından ikinci planda kalmıştır. Daha çok ikamet etmek için tercih edilen bir bölge olmaktan ileri gidememiş olan bu yakada, son zamanlarda Kadıköy ve Bağdat Caddesi haricinde de kıpırdanmalar olmaya başladı. Benim de yaşadığım yer olan Kozyatağı’nda apatmanların, ağaçların arasına gizlenmiş bir vaha keşfettim. CoffeeNutz. Kahve tutkunları; Arayın, bulun, gelin!


Atatürk Caddesi’ni bilen bilir, Kozyatağı’ndaki en kalabalık cadde olup; Starbucks ve Manolya gibi bilindikyerleri de üzerinde barındırmaktadır. Starbucks’ı es geçip, bir sokak ilerisine doğru yürüdüğüm o gün sanki bişey beni dürtmüştü. Büyükçe bir apartmanın altına konuşlanmış, ufacık bir bahçeyle karşılaşmam ve buranın CoffeeNutz olduğunu görmem böyle bir günde oldu.Bir köşede saatlerce oturup serinlikle kucaklayan ağacın altında keyif yapılabilecek bir salıncak, karşısında ise rahat mı rahat koltuklar karşıladı beni. Akşam olsa daha da güzel olurdu diye düşündüm, her yerde lambalar ve aydınlatıcılar vardı. Kulağıma enfes bi müzik çalındı tam da bu anda. 

                                    


Öncelikle şunu söylemeliyim, kahve tutkunlarını gerçekten mutlu edecek bir mekan. Bu konuda uzman sahipleri var CoffeeNutz’ın. Sıcak günleri serinlikle karşılamanızı sağlayacak Cold Drip içebilirsiniz, bugüne kadar içtiklerim arasında en iyisiydi; sıcak suya maruz bırakılmayan kahve tanelerinin daha uzun ömürlü olduğunu, asit ve yağ oranının daha düşük olduğunu söylüyorlar. İstanbul’da hızla ilerleyen bir trend haline gelen gurme kahveciliğinde iddialı olan bu mekanda filtre kahveye uygun, aroması bol Colombia çekirdeği, Espressoya uygun, güneş altında ve meyvesi ile birlikte bekletilmiş Ethiophia çekirdeği ve öğütülmüş kahve çeşitleri mevcut. Bunlar CoffeeNutz tarafından bizzat üretilmekte. Tabi filtre kahve gibi klasikler de unutulmamış.
  
                                   

En çok da üstteki fotoğrafta gördüğünüz kahveden alınabilecek tatların anlatıldığı tabloya şaşırdım. Kahve deyip geçmemek lazım, yüzlerce çeşidi, bize hissettirdiği onlarca tat var. Sözün özü, anadolu yakasına yolunuz düştüğünde güzel saatler geçirebileceğiniz sakin bir yer aradığınızda CoffeeNutz’ı es geçmeyin, ben çok sevdim!

Buranın bana anımsattığı şarkı; Tracy Chapman- Fast Car 

http://www.youtube.com/watch?v=TO9Qa7MpAvw


KARAKÖY ÇILDIRDI! Pim Karaköy 

Karaköy bundan beş altı sene önceye kadar, yalnızca Taksim'den Kadıköy'e geçmek için vapuru kullandığımız bir geçiş alanı niteliğindeydi çoğumuz için. Kim derdi ki her köşesine yepyeni yerler açılacak, eski tamirhaneler, atölyeler yenilenip bir yeme-içme eğlence merkezine dönüşecek diye. Şaşırtıcı oldu elbette. Son zamanlarda her gidişimde yepyeni bir cafeyle karşılaşmaktayım. Bu cafelerin arasında da tabi ki bir eleme yapıyor insan, her biri heyecan verici ve muhakkak gitmeliyim dedirtmiyor. Pim Karaköy'ü instagramdaki keşfet bölümünde gördüğüm an, mutlaka buraya uğramalıyım dedim ve arkadaşımı da alıp buranın yolunu tuttum. İyiki de böyle yapmışım dedim.
Baltazar'ın hemen karşı sokağında, yine çok sevdiğim Karaköy Bando'nun hemen karşısı. Kocaman geniş bi alan. Yan tarafında ise buranın pastanesi bulunuyor, ürünleri kendileri yapıyorlar. Oturduğumuz süre boyunca da yan taraftan gelen mis gibi kokular bize eşlik ediyor. 
Dekorasyonda öncelikle duvardaki kocaman grafiti dikkati çekiyor; ancak içeri doğru bakıldığında her ayrıntıya titizlikle dikkat edildiği belli oluyor. Pitaları ve pitalarla yapılan sandwichler öne çıkan lezzetler arasında. Bir sonraki gidişimde kesinlikle köfteli pitasını denemek istiyorum. Yan masaya geldiğinde biz çoktan seçimimizi yapmıştık, bir sonraki gelişimde kesinkes deneyeceğim diyerek kafamda bir not aldım bile. Menüde kahvaltı için beş değişik menü bulunmakta olup, yan taraftaki pastanesiyle ilgili de macaron konusunda oldukça başarılı olduklarını duyuyoruz. Karaköy'e gittiğinizde yeni bir yer arayışına girerseniz rahatlıkla gidip, saatler geçirebileceğiniz bi' yer. Yolu açık olur umarım.


Buranın bana anımsattığı şarkı; Alphawazen-Days;

http://www.youtube.com/watch?v=u_Z-ZwXKqIE


MODA'DA YEPYENİ BİR DURAK; Page Cafe&Gallery 

Moda'nın, Kadıköy'ün yeni yeni cafelere ev sahipliği yapması, Cihangir'leştirilmeye çalışılmasından oldukça rahatsız olduğum bir dönemde, Moda'ya inerken solda gördüm Page  Cafe&Gallery'i. Önyargılarımdan arınmaksızın girdim, kahve eşliğinde arkadaşımı beklemeye koyuldum. Ne yalan söyleyeyim, çok sevdim burayı. İçeri doğru ilerlediğimde, Berk Öztürk'e ait çizimlerin duvarda asıldığını gördüm. Burası bir Cafe-galeri. Moda'ya oldukça yakışmış, ilgili ve samimiler. Çilekli limonata ve lattesinin yanında, tatlılarından da deneyebilirsiniz. Moda'da kahvaltı edilecek onlarca yer demeyin, Page Cafe&Gallery, kahvaltı konusunda da iddialı. Moda'daki insan selini seyre dalmak için birebir olan lokasyonu da bizim için bir tercih sebebi oluşturuyor. Bu cafeyi ziyaret etmenizi öneririm.
Buranın bana anımsattığı şarkı; Youth-Doughter;

http://www.youtube.com/watch?v=VEpMj-tqixs







25 Temmuz 2014 Cuma

Kahve-Kitap




   KAHVE-KİTAP

 Bence insanlar ikiye ayrılır; evcimen olanlar ve evde oturma halinden asla hoşnut olmayanlar... Ben ikinci gruptanım. Evde uzanıp dinleneyim dediğim vakit, hemen hayatımdaki eksiklikler ve rahatsızlık duyduklarım aklıma üşüşür. Dışarıda olunca bu iç sesimi bastıracak birçok dış ses kulağıma doluşur, etrafımı dinlerim sessizce. Aynı mantıkla evde kitap okumak yerine, dışarıda bir yerlerde okumayı tercih ederim, kitaptaki karakterlerle içinde bulunduğum yerdeki insanları özdeşleştiririm, hikayeler bu şekilde beslenir. Hele de elimde güzel bi kahvem varsa, değmeyin keyfime... Sözün özü, kitabımı alıp kahvemi içebileceğim çok sevdiğim yerler var bu şehirde ve onların bana anımsattığı bazı şarkılar...bunları şimdi sizinle de paylaşacağım;



NO:41

Yıldız Teknik Üniversitesinin karşı sokağında koca bir yokuş vardır, hava muhalefeti sebebiyle zorlana zorlana çıktım ben de, daha önce hiç yürümediğim yollardan geçtim, tarihi yapılarla karşılaştım. Yokuşu bitirip de nefes nefese kaldığım an gözümü sola çevirdim ve işte karşımda keyifli bir mola için birebir; no:41. Beşiktaş'ı yalnızca bi yerlere ulaşmak amacıyla kullanılan bir geçiş alanı olarak düşünüp, bu semtte uzun uzun vakit geçiremeyeceğimi düşündüğümden benim için şaşırtıcı bi' keşif oluyor. Mekan sessiz, huzurlu ve serin. Girdiğiniz an No:41'in tarzı dikkat çekiyor, set şeklinde dizilmiş kekler, pastalar gözümüze çarptıktan sonra duvarları, tavana çekilmiş olan halat ve diğer dekoratif özellikleriyle buranın birçok yerden farklı olduğu hissediliyor. Orada oturduğum süre boyunca jazz müziğin en güzel örnekleri çalıyor ve bu butik kahvede beşiktaşın gürültüsünü, karmaşasını unutuveriyorum. Buranın en meşhur lezzeti, nutellalı kek. Sıcak servis ediliyor, yanına da filtre kahve söylediniz mi işte keyif burada başlıyor. Bunun dışında ev yapımı ekmekten yapılan sandviçlerini de unutmamak gerek. Sabah saatlerinde giderseniz tercih edebilirsiniz. Bununla da kalmıyor, no:41'de özel tasarım ürünü olan defterler ve çantalardan satın alabiliyorsunuz, herkesin üzerinde görebileceğiniz seri üretim ürünlerinden sıkılanlara orjinal bir kaçış noktası niteliğinde.




Bana buranın anımsattığı şarkı; The Smiths-Bigmouth Strikes Again;

http://www.youtube.com/watch?v=FgxEJOi6GtA



MİTTE 

Kadıköy sevdamdan tanıdığım herkes haberdardır. Karış karış bilir, uzun uzun saatler geçiririm. Yine böyle günlerden birinde sokaklar kazan ben kepçe yürüyordum ki karşıma çıktı bu mekan. Mitte Kadıköy'ün gizli kalmış bir vahası gibi. Tesadüf eseri gözüme ilişiyor. Cafelerin olduğu kısımdan çok ayrı bir yerde. Yoğurtçu parkının karşı sokağında, bir buçuk ay önce sessiz sedasız açılmış. Yazın ortasında öyle serin, öyle sakin bi' yer ki...Çitlerle sarılmış etrafımız, incir ağacı karşımızda.. Burası eskiden bir atölyeymiş, ortaklardan birine ait olan bu atölye şimdi bir cafe-atölyeye dönüştürülmüş. Masaların çoğu bizzat atölye sahibi ortak tarafından yapılmış. Ayrıca içeride minik bir vintage shop da var, bu konuda ayın belirli günlerinde bazı etkinlikler de yapılabiliniyor. Salı günleri kapalı olan bu mekana, kahvaltı yapmaya, şehrin gürültüsünden kaçıp güzel müzikler eşliğinde kahvenizi içmeye veya küçük vintage shoptan alışveriş yapmaya gelebilirsiniz. 









                                             Bana buranın anımsattığı şarkı; Blur-Caravan;

http://www.youtube.com/watch?v=-X7Cevdlt4w



KRONOTROP

Taksim'den Cihangir'e inen yolun sonunda kahveyi gördüğümüz an sağa dönüyoruz, hemen köşede küçücük bir dükkan karşılıyor bizi. Dışarıda oturup sokağın nabzını tutmak, daha açık tabirle öylece boş boş oturup geleni geçeni seyir pek keyifli. Kronotrop ilk olarak Galata'da dikkatimi çekmişti. Ufacık bir oda büyüklüğündeydi o zaman ve oturulacak yer yoktu, şimdi büyüdü ve yeni yerine de oldukça yakıştı. Espresso sevenler için taze çekirdekle hazırlandığını belirtmeliyim, bunun dışında filtre kahve, flat white gibi çeşitleri de mevcut. Yanında küçük porsiyon halinde servis ettikleri tatlılardan da yiyebilirsiniz. Ben henüz denemedim; ancak görüntüleriyle iştah açıyolar.



                                      Bana buranın anımsattığı şarkı; Bat For Lashes-Daniel;

 http://www.youtube.com/watch?v=Uk5kBLkYFlc


MOC İSTANBUL 

Nişantaşı'nın alışveriş çılgınlığı, kalabalık mekanları sizi de benim gibi bunaltmaktaysa ve bir şekilde yolunuz buralara düşmüşse şayet; house cafe'yi gördüğünüz an kendinizi o sokaktan aşağıya bırakın derim. Hemen sonunda Moc İstanbul'u göreceksiniz ve soluklanmak için müthiş bi durak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ben gittiğimde çok yağmurlu bir gündü. Yağmurun  ruh halime yaptığı o ağır etkiyi alıp götürdü bu yer. Tabi içtiğim lezzetli kahve ve çilekli tartın da bu konudaki büyük etkisi yadsınmamalı :) Gerçekten son zamanlarda açılmış olan butik kahveciler arasında en başarılısı diyebilirim. Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen kahveler var ve bu kahveleri harmanlamakta da üstlerine düşeni yapmaktalar. Özellikle cold brew isimli, buzla servis edilen soğuk kahveyi tatmanızı öneririm, eğer eve de götürmek isterseniz satın alma imkanınız da var. Tüm bunların yanısıra şaşırtıcı derecede başarılı tatlılardan da unutmadan bahsetmeliyim. Özellikle çilekli tart çok tazeydi. Tavsiye olunur. 





                                                Bana buranın anımsattığı şarkı; Bonobo-Cirrus;

 http://www.youtube.com/watch?v=p9dJliHNJAU



DRİP COFFEEİST


O gün yürüye yürüye Bağdat Caddesine iniyorum. Kahve içip, tatlı yeme isteğim var; ancak starbucks ya da carribou gibi zincir mağaza halindeki kahvecilerde değil. Alternatif olmadığını düşünerek kaderime razı gelecekken o sokağa giriveriyorum ve Drip Coffee İst'le karşılaşıyorum. O sokağın havasını tümüyle değiştirmiş olan bu yer ve yanındaki iki cafe daha, tıklım tıklım dolu değil. Çalışanlar çok ilgili ve kahve hakkında oldukça bilgililer. Sizin seçim yapmanıza gerek kalmaksızın lezzetli kahveniz mükemmel sunumuyla geliyor. Saatler geçerken bişeyler atıştırma ihtiyacınız olursa da, tatlılar sizi tavlıyor. Özellikle kahve düşkünü olanlar muhakkak gelmeli çünkü kahvelerle ilgili her ayrıntıyı üşenmeksizin anlatıyor buranın sahipleri, işlerini keyif alarak yaptıkları da her hallerinden belli oluyor. İki kişilik syphon kahve, yanına da frambuazlı cheesecake çok güzel bir seçenek. Anadolu yakasında kahve-kitap keyfi yapabileceğiniz bu mekana, bu tarafta oturan ya da yolu düşen herkesin mutlaka uğramasını tavsiye ederim. 





                       Bana buranın anımsattığı şarkı; Lighthouse Family- It's a Beautiful Day;

http://www.youtube.com/watch?v=-L1wt2CRKEs





29 Mayıs 2014 Perşembe

Datlı Maya

DATLI MAYA - CİHANGİR

Hukuk stajımın 2. 6 ayına geçmek için Galata'da bulunan Baro'ya gitmem gerekiyordu o gün. Hava, boğucuydu, taze bi' sıcaklık yoktu; fakat yine de keşif yapmak için uygun gündü. Ne zamandır fotoğraflarını görüp ne kadar tatlı bi' yer dediğim, bir türlü gitme fırsatı bulamadığım... Datlı Maya'da buldum kendimi...Cihangir'e doğru inerken neler yiyebileceğimi düşündüm, pidede karar kıldım pek tabi ki.
Resim yazısı ekle
Datlı Maya, dışardan baktığınız an içinizi ısıtan bi yer, Cihangir'in soğuk havasını masmavi rengiyle dağıtıyor. Girdiğiniz an, karşınıza 80 yıllık bir fırın çıkıyor ve içeride sizi ne gibi lezzetlerin karşılayacağıyla ilgili de büyük bi ipucu veriyor, üst kata çıktığımızda açık mutfakta hummalı bi' çalışma görülüyor. Çalışanlar çok sıcak, bizden. Derinlerden kah hüzünlü bi' Ahmet Kaya şarkısı duyuluyor, kah mutlu eden türküler. Turistlerin ağırlıkla gelmiş olduğunu gözlemlediğim bu yerde kendime güzel bir köşe seçiyorum, başlıyorum menüyü karıştırmaya.
Resim yazısı ekle
Zaten kararımı vermiş olduğumdan çok fazla zorlanmaksızın trabzon tel ve keçi peynirli pide siparişimi veriyorum, yanına da olmazsa olmaz açık ayran. Ayran sunumuyla ve tadıyla fark yaratıyor, ufacık bir kavanozun içinde getiriliyor. Karşımda açık pencere var hafifçe rüzgar esiyor, kitabımı açıp açlığımı yatıştırmaya çalışıyorum. Yan masaya gelen muhteşem köy kahvaltısıyla tüm dikkatim dağılıyor:)
Datlı Maya, lahmacunları ve pideleriyle meşhur.  Veganlar için özel lahmacunları var. Glutensiz pide de cabası. Taş fırından çıkan bu lezzetlere eminim bayılacaksınız. Malzemeler doğal, hepsi özenle seçilmiş, başka şehirlerden özel olarak getirtilen ürünler de ayrı bir lezzet katıyor. Çorbadan , sıcak yemeklere, salatalardan mezelere farklı farklı çeşitler de mevcut. İllaki hamur işi yemek zorunda değilsiniz, tabi benim gibi bi' hamur işi delisi değilseniz :) Cihangir'e yolunuz düşerse muhakkak uğramalısınız derim, hatta bizzat buradaki lezzetler için de yolunuzu düşürebilirsiniz oralara...


Bu mekan bana şu şarkıyı anımsattı...