7 Mayıs 2015 Perşembe

Yemyeşil Beyaz Şehir; Belgrad


Yemyeşil Beyaz Şehir; Belgrad

Gitmek hissimizin yine yeniden canlandığı o günlerde, yakın bir kaçış durağı bize yetmez diyerek, Belgrad'a gitme kararına varıyoruz üç arkadaş. Vize alma derdi olmadığından hemen biletleri alıp, tarihin gelmesini iple çekiyoruz. En iyi tatiller listesi yapsak ilk üçe girecek güzellikte bir zaman dilimi geçirerek, huzurlu bu beyaz şehri tavaf ediyoruz adeta, Peki neden mi beyaz şehir? Asıl adı Beograd ve beyaz şehir anlamına geliyor da ondan...
Belgrad, Nam-ı diğer Beyaz Şehir, Sırbistan'ın başkenti olup, en büyük şehri aynı zamanda. Tuna ve Sava nehirlerinin kesiştiği yerde bulunan şehir tarihi dokusunu korumuş. Tarihi dokusunu koruduğu kadar yeşil alanlar da korunmuş gözüküyordu, ülkemizin tersine. Her yer park, bahçe. Çimlere yayılmak, o parklarda nefes alabilmek çok güzel, hava tertemiz. Her yandan nehir manzarası fışkırıyor. Özellikle de Kalemeggdan'ı gezip, orada oturup manzaranın keyfini çıkarmak sanırım burada en sevdiğim şeylerden biri oldu.
Turistik açıdan böyle avantajlı yönlerinin olması şehri kalabalıklaştıran öğeler arasında. Şehirde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de güvenlikli haldi. Gece üçte üç kız rahatlıkla uzun mesafeler yürüyebilmek geceyi her adımda hissedebilmek özgür hissetmemizi sağladı. Zaten günlerimiz ayaklarımıza çılgın ağrılar girene kadar yürümek ve heyecanla bir sürü şey keşfetmekle geçti. Peki ne yedik, neler içtik? Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat cümlesini bi kenara atıp bütün yiyip içtiklerimizi anlatacağım pek tabi ki; ama yalnızca yemek yiyip oturduk sanılmasın:) Öncelikle St. Marks Church, St. Sava Temple, Nikola Tesla Müzesi, Cumhuriyet Meydanı gibi yerleri uzun yürüyüşler neticesinde bulup gezdik.

Bu uzun yürüyüş öncesinde enerji toplamak adına ilk durağımız Via Del Gusto oldu. Buranın en meşhur caddesi olan ve birçok açıdan İstiklal Caddesi'ne çokça benzettiğim alışveriş, cafe, bar merkezi  Knez Mihailova'da bulunan bu şirin yerde, haritamızı açıp o andan sonraki rotalarımızı belirlerken buranın en meşhur birası Jelen'i yudumladık. Koca bir pizza eşliğinde o günü nasıl geçireceğimizi konuştuk ve az önce söylediğim yerleri tek tek bulduk.
 Eski şehir kısmı yani Stari Grad'da Kalemegdan Kalesi ve Parkı'nı da heyecanla dolaştık. Tuna Nehri manzaralı bu kale, gördüklerim arasında en ihtişamlılarından biriydi. İç kısmındaki yeşillikler ve park alanı da Belgrad'a geldiğiniz an görmeniz gereken güzellikler arasında başı çekiyor. Akşam yemeği için sakin ama eğlenceli bir gece geçirmek isteyenlerin ilk durağı olan Skadarlija'daki Tri Sesia'yı tercih ettik. Leziz yöresel yemekler, inanamayacağımız kadar uygun fiyat ve canlı müzik harikaydı. Bu şehirde porsiyonlar inanılmaz büyük, söylemeden geçmeyeyim. Üç kişiyseniz iki kişilik yemek söylemek yeterli. Tabi biz bunu ancak akşam yemeğimizde keşfedebildik. Buranın özel kebabı, sosis ve deniz mahsüllü risotto siparişi verdik. Kocaman porsiyonlarla gelen yemeklerden kebap, bizdeki büyük ızgara köftelere benziyordu, risotto ise abartısız yediklerim arasında en iyisiydi.
Gece hayatının meşhur olduğu Belgrad'da bi hata yapıp rezervasyon yaptırmadığımızdan geceyi sakin geçirmek durumunda kaldık. İkinci gece ise bunu öğrendiğimizden uzun bir gece geçirdik. Bu arada nehrin üstüne kurulmuş olan yüzen barları da unutmamalı. Oralarda gece hayatı da gündüz bişeyler içmek de büyük keyif. Köprünün öteki tarafına yürümek yeterli.

Ertesi gün, günü büyük bahçesinde su yeşili dekoru, açık mutfağı ve huzurlu müzikleriyle dinginlik veren Smokvika'da açtık. Buraya özgü kahvaltılara değil de daha ziyade kendi kahvaltı kültürümüze yakın kahvaltı tabağını tercih ettik. İçerisinde farklı şekillerde yapılmış omletler, reçel, tereyağı, sıcacık bir foccacio ve salata bulunmaktaydı. Mekan, burada en beğendiklerimiz arasına girdi.
Saatlerce zaman geçirdik. O Akşamüstü bişeyler içmek isterken arada köşede kalmış bir vaha ile karşılaştık. Jazz Basta Alaçatı'daki ferah beyaz lila dekorlu cafeleri hiç aratmadı. Kulağımıza çalınan canlı jazz parçalar, uygun fiyatla içtiğimiz kokteyller o akşamüstünü daha da hoş kıldı. Akşam ise et yeme isteği içerisinde Beton Hala'ya gittik. Beton Hala bölgesi, nehrin kenarına yan yana kurulmuş altı yedi restauranttan oluşan bi alan. Belgrad'ın en çok zaman geçirilen yerlerinden, hem çok canlı hem de yanından geçen köprü ve nehir manzarası geceleri çok güzel. Biz buraya ilk geldiğimiz gece Toro'da oturduk. Lokum gibi etler eşliğinde gelen karamelize soğanlı sos ve özel patates lezizdi. Öncesinde söylediğimiz nachoslar da öyle. Bir sonraki gece ise arkadaş tavsiyesiyle İguana'ya gittik. iguana berry son zamanlarda içtiğim en güzel kokteyldi. Burada woklar meşhur olduğundan deniz mahsülü ve karides yedik. İlk kez tattığım bol limonlu midye carpaccio ise oldukça farklı bir deneyim yaşattı bana. Yine buranın en meşhur içkilerinden Rakija ise içilemeyecek kadar acı tadıyla oldukça zorladı bizi :) 


Ertesi gün sabah erkenden kalkıp yeni şehri gezebileceğimiz enfes manzaralı turistik alan Zemun'a doğru yola çıktık. Zemun daha çok balık restaurantlarıyla ünlü, yine oldukça huzurlu bir bölge. Burada içi karides dolgulu ızgara kalamarlardan tattık. Oturup geleni geçeni seyrettik bir yandan.



Dönüş yaklaştıkça üzüldük çünkü bu şehir doğası, sakinliği bir o kadar da eğlenceli gece hayatı ve leziz yemekleriyle bizi çok mutlu etti. Yakın zamanda tekrar gelebileceğimize dair bir hissiyatla tatili sonlandırdık ve geri döndük. Rotanıza eklemenizi şiddetle öneririm!  












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder