11 Kasım 2014 Salı

Yıldız Alpar Bale Okulu

Bir ömrün hikayesi ne bu satırlara ne de o küçücük odaya sığar.. Hep çabalayarak, bir adım öteye taşımaya çalışarak ve adım adım bir emek serüveni bu. Yıldız Alpar Bale Okulu... Yıldız Alpar'ın "Hekim olsam reçeteme bale yazardım" sözlerinden de anlayabileceğimiz gibi; her şeye çözüm, tedavi ve mutluluk kaynağı bale O'nun ve bu düşünceyi aşıladığı biz öğrencileri için. Hatırlıyorum, ufacıktım.. O gün annem, işi olduğunu ve beni baleye götüremeyeceğini söyledi, ona ''ben balede iyi oluyorum'' demiştim çocuk aklımla. Öyle bir aşılanmıştı o aidiyet hissi. Okul küçük bedenlerimize ikinci bir ev, ikinci bir aile olmuştu adeta. Disiplini ders sırasında uyulması gereken kurallardan, çabayı ve sabrı saatler süren provalardan, düşüp düşüp yeniden kalkabilmeyi, hareketleri bin kez deneyip yapamamak ve en sonunda başarabilmekten öğrendik ve tüm bu öğrendiklerimizi hayatımızın her alanına, anına yayarak geliştirdik kendimizi. Gösteri günlerinde, özellikle sahneye çıkmadan önceki son dakika midemize giren kelebek etkisi, ilk aşk gibiydi. Dostluk desen 5 yaşındayken öğrendik, beraber hareket etmeyi gördük. Bundandır ki hala görüştüğümüzde gözlerimizin içine bakar, birbirimizden vazgeçemeyiz. Bebekliğimiz, çocukluğumuz ve gençliğimiziz çünkü, nasıl vazgeçelim? 


Kadıköy'de Rexx sinemasının hemen üst katında bizim ikinci ev, çocukken daha da küçük hissettiren yüksek tavanı, koca aynalarla kaplı salonu, dev kolonları, yanıbaşında minicik bir oda...içinde koca koca anılar... 




Yıldız Alpar Emiroğlu, 1931 yılında İstanbul'da doğmuş olup; Konservatuvarı'da Lidya Krassa Arzumanova yönetiminde açılmış olan bale bölümünde eğitim almıştır. Hak kazandığı özel bursla Fransa'ya gittiğinde Paris Opera ve Balesi'nde yüksek ihtisas bale kurslarına devam ederek başarıyla mezun olmuştur ve 1952'de Türkiye'ye gelerek Taksim'de ülkemizin ilk özel bale okulu olan Yıldız Alpar Bale Okulu'nu açmıştır. Henüz Türkiye'de sanatsal gelişimler söz konusu olmamışken, büyük bir çaba ile 1953 yılında ilk kişisel bale resitalini vermiştir. 1992'de İngiliz Kraliyet Dans Akademisi tarafından baleye katkı ve başarılarından dolayı Özel Onur Ödülü'ne layık görülmüştür. Yıldız Alpar anlatmakla bitmez. Koca bir ömür, büyük bir başarı hikayesi. Merdivenleri çıkarken artık yorgun hissediyor belki; ama o merdivenlerde bile emeğinin olduğunu görmek, bu kadar insanın hayatına dokunmak o yorgunluğu hafifletiyor olmalı diye düşünüyorum. 



1952'de Taksim'de başlayan bu serüven, 1964 yılından itibaren Kadıköy'de devam etmiştir. Yıldız Alpar Bale Okulu 1952 yılından beri, M.E.B'e bağlı olarak eğitim vermekte olup, ülkemizdeki ilk özel bale okulu ünvanına sahiptir. 4 yaşından itibaren başlanabilecek bu eğitim, 9 sene boyunca devam eder. Mezuniyet belgesini almaya hak kazanan öğrenciler sonrasında bu sertifikalarıyla bale öğretmenliği yapabilmektedirler. Ayrıca Royal Academy of Dancing'ten iki yılda bir yapılan sınavlar sonucunda sertifikalar alınmaktadır. Benim de öğretmenim olan, yıllarca baleyi bize sevdiren ve bale okulunun bu günlere gelişinde en büyük emeği sarfeden Oya Karanis ve Aylin Kalem'le birlikte birçok eğitmen ve koreograf da okulda eğitim vermiş olup; yıl sonu gösterilerimizde de çeşitli danslarla katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca bu yola beraber çıktığım dostlarım, Öykü Menşan ve Pınar Özer de okulda eğitmenlik görevlerini başarıyla ifa etmektedirler. Bale konusundaki titizliklerinin yanısıra farklı dans türlerine de önem veren Yıldız Alpar Bale Okulu'nda flamenko, Jimnastik, modern dans gibi kurslar da mevcuttur. Son zamanlarda söz konusu olan gelişmelere gelecek olursam, artık yetişkinler için de bale dersi verilmekte, iş işten geçti diye düşünmeyin :)  Yıldız Alpar Bale Okulu'nu anlatmaya çalıştım; ama ilk cümleme dönecek olursak bu ömrü, bu emeği bu satırlara indirgemek zor... Sığdırmak daha da zor... Nice nice senelerde var olman dileğiyle Yıldız Alpar Bale Okulu! 








2 Kasım 2014 Pazar

Noir Pit...




Hani tatile gittiğinizde, başka bir ülkenin herhangi bir şehrinde, gün boyu uzun uzun yürürsünüz de üzerinize yorgunluk çöker, işte tam da bu anlarda kahve içip bişeyler atıştırabileceğiniz bi' yer bulup, orada soluklanırsınız. Bana bunu hissettiren yepyeni bir durak buldum, kasvetli havadan nasibini almış pazar gününde... Şişhane'de taze bir soluk, Noir Pit...



Şişhane metrosundan inince, Miss Pizza'dan gelen mis gibi kokuları zorlukla es geçip yürüdüm, sağ tarafta çok sevdiğim Gram'ın biraz gerisinde karşılaştık Noir Pit'le. Noir Pit; kahve durağı demek oluyormuş. Burası uğrak bir nokta olacak gibi görünen bi' kahve durağı hakikaten, hatta çevrede oturanlanların ve turistlerin ilgisini çoktan çekmiş gibiydi. Girdiğim an başka şehirdeymişim hissini verdi bana. Koca vitrin içersinde leziz görüntülü tatlı çeşitleri, irili ufaklı sandviçler ve atıştırmalıklar sergilenmekteydi ve self servis şeklinde hizmet veriliyordu. Latte ve frambuazlı cheese cake alıp, köşeye kuruldum. İkisi de oldukça lezzetliydi. 

Dekorasyondan bahsedecek olursam; bana oldukça ilginç gelen duvar resimleri, tavandan sarkan uzun sarı avize ve satılmak üzere nişlere koyulmuş bardak ve termoslar oldukça orjinaldi. Bardak satın aldığınızda içinde özel kahvelerinden de veriyorlar. Mekanda ufacık bi' asma kat var ve bu katta duvara asılmış şapkalar satılıyor. Çok zevkli şapkalar olduğunu söyleyebilirim. 
Soğuk kış günlerinde bu asma katta oturup, Meşrutiyet Caddesi'nde olup biteni izlemek oldukça keyifli olacak gibi görünüyor. Gelin derim :) 


Buranın bana anımsattığı şarkı; Lhasa De Sela- Small Song 


              http://www.youtube.com/watch?v=r5qtxrUIwGE




28 Ekim 2014 Salı

Yine Kadıköy, Yeni Üç Yer ...


Birkaç kez daha söylemiş olduğum gibi, Kadıköy'deki dönüşümden oldukça rahatsızım. Bir sürü yer açılıyor, Kadıköy'ü de eğlence ve gece hayatının merkezi olarak konumlandırmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Tüm bu değişim vesvesesine rağmen, bazı yeniler semtin ruhuna oldukça uygun, değişmeyi değil yerleşmeyi öngörüyorlar. Hepsinden öte, çarşıdan girip balıkçıların arasından yukarı doğru yürürken, gürültülere kulak verip Moda'ya doğru çıkarken hep aynı huzuru içimde duyumsuyorum. Şimdi bahsedeceğim yerleri son zamanlarda keşfettim. Anadolu yakası insanları, kahvaltı veya kahve içmek için karşıya geçmeyi boşverin, Kadıköy bize yeter ! :)


NAGA PUTRİKA 


Moda'da yıllardır var olan, dakikalarca sıra beklememizi gerektiren ve her seferinde aslında çok da lezzetli bulamadığım Moda Van Kahvaltıcısı'nın hemen yanında ufacık bir dükkan... Keşiflere doyamayan, kahvaltı öğününe bayılan ben, yeni bir günü burada açıyorum. İşin aslı yandaki sıra bizi buraya itiyor, iyi ki de öyle oluyor. 

Kahvaltıya gittiğimde bir yerin ne kadar bu işin üzerine titizlendiğini peynirlerinden anlayabilirsiniz. Naga Putrika'da peynirler bir harika, özel olarak getirtiliyorlar. Diğer ürünler de aynı şekilde. Bal isterseniz, size muhakkak hangi çeşit olduğunu soracaklardır çünü farklı şehirlerden gelme 3 çeşit bal var burada. Peynirlerin bir kısmı Kars'tan, tereyağı Karadeniz'den, Hatay'dan, Ege'den, kısacası tüm ürünlerde yerel üretimi de destekleyecek şekilde başka şehirlerden getirilmiş olma durumu söz konusu. Özellikle de kadın üreticilerden aldıkları söyleniyor. Zaten Naga Putrika, hintçede dağın kızı anlamına geliyor ve Ganj Nehri kenarında tarım yapan kadınların bereketinden dolayı Ganj Nehri'ne verdikleri isimmiş aynı zamanda. Sanırım kadın üreticilerin verimi de etkiliyor Naga Putrika'yı. 

Burada serpme kahvaltı şeklinde menüler var ve iki kişilikler, hangisini seçmiş olursanız içerisinde belli başlı ürünler geliyor. Söğütçük, Zuğa, Çiçekdağı gibi isimlendirilmeleri var. Mesela Karadeniz mutfağına düşkünseniz, Zuğa'yı seçebilir, muhlama ve kestane balı gibi seçenekleri deneyebilirsiniz. Menülerden tercih etmek istemiyorsanız da, tek tek sipariş de verebilirsiniz. Beyaz peynirli menemen delisi ben, o kocaman porsiyonla bir günlük doydum diyebilirim. Pişisi, boşnak böreği de oldukça lezzetli; ama benim favorim kremalı patates oldu sanırım. Ürünler gerçekten çok taze ve leziz. Her şeyden önemlisi, inanılmaz güleryüzlü ve yardımcı olmaya çalışan personelleri var. Bence gidip deneyin, keyifli bir sabah günün geri kalanı için önemlidir :) 


Buranın bana anımsattığı şarkı; Air-Alone İn Kyoto 

http://www.youtube.com/watch?v=XUjAtYQkFm8



MONA CAFE MODA


Moda'nın tam göbeğinde Starbucks ve Kahve Dünyası'nın hemen karşısında Mona! Yepyeni, ufak bir mekan. Ben gittiğimde karşısındaki yerler doluydu, Mona'da ise bir iki kişi vardı yalnızca, bence şu zincir kahvecileri bir kenara bırakıp, bu tip küçük, sevimli, tarzı olan mekanları tercih etmek çok daha iyi ; yine de tercih sizin tabi... Ben Mona'da uzun saatler geçirdim, ilk olarak söyleyebileceğim şu ki; ben yoruldum, shazam uygulaması yoruldu; ancak onlar güzel müzikleri, şarkıları ardı ardına çalmaktan yorulmadılar. O kadar güzeldi ki bir şarkı, bir şarkı daha derken saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadım diyebilirim. 


Mekanın dekorasyonu oldukça hoş, yerdeki modern karolar, sarı-siyah sandalyeler, minik tablolar...daimi güleryüz de cabası. Kahveler de oldukça lezzetliydi. Klasik olan tüm kahve çeşitleri mevcut olup; asıl iyi tarafı ise taze demlenmiş çayın sürekli var olmasıydı. Sunumları da mekana yaraşır güzellikteydi. Kalabalıktan kaçıp, sakin bir Moda günü geçirmek istiyorsanız, Moda'nın yeni sakini Mona bunun için çok uygun gözüküyor! 


Buranın bana anımsattığı şarkı; Aydio-Golden Age 

http://www.youtube.com/watch?v=QFsUl0Wlsp4




DÖRT KADIKÖY


Eski Belfast'tin olduğu sokağın az ilerisinden sağa girince, hemen sağda Dört Kadıköy, dikkat çekici bir tabelaya sahip, dönüp bakmamak imkansız. Yemekten sonra tatlı yeme isteğiyle giriyorum mekana. Vanilyalı dondurma ve bol bol çikolata sosuyla servis ettikleri browni, yanına da bol sütlü bir latte, harika bir ikili şeklinde kilolarıma katkı olarak mutlu ediyor beni :) 

Özellikle Espresso olmak üzere, tüm kahve çeşitlerine iddialılar. Çay çeşitleri de mevcut. Açsanız şayet; Naan'dan (http://www.themagger.com/naan-bakeshop-moda/) alınmış olan ekşi mayalı ekmeklerle yapılmış olan beyaz peynir ve zeytin ezmeli tost oldukça lezzetli. Yanında acukayla servis ediliyor. Belli bir zaman sonunda menüde yepyeni sandviçlerin de olacağını söylüyorlar, sevindirici bir haber. 



Ortam oldukça sıcaki şık bir tasarımı var üstelik. Özellikle tavandan aşağıya kadar inen lambalar, tahta büyük bir set şeklindeki büyük masa dikkatimi çekiyor. Bu masada uzun kalabalık sohbetler mümkün. Ferahlık veren yüksek tavanı da cabası. Bu kadarla da kalmıyor, mekanın bir diğer güzel özelliği, bisiklet dostu oluşu. Bisikletiyle gelen misafirlere yüzde yirmi indirim yapıyorlar. Cafedeki kocaman tatlı köpek, Orko da varlığıyla beni mutlu ediyor. Uğrayın derim :) 


Buranın bana anımsattığı şarkı; Glass Animals- Hazey 

http://www.youtube.com/watch?v=nOHEuhJf7nA








15 Ekim 2014 Çarşamba

Kuruçeşme-Yeniköy hattında bir gün...:)



İnsanoğlu kuş misali. Ben Kadıköy'de, Karaköy'de zaman geçirip, devamlı oraları anlatadururken, bir de baktım Kuruçeşme-Yeniköy hattında seyredalmışım güzel İstanbul'u ve koca günü orada eritivermişim...


ANY İSTANBUL

Cemal Süreya, kahvaltının mutlulukla bir ilgisinin olduğunu dile getirirken haklıydı, siz de bu düşüncede misiniz bilemem; ama bildiğim bişey var ki, çoğu akşam ben ve yakın çevremin aklında tek bir cümle oluyor. ''Sabah olsa da kahvaltı etsek'' :) Bu bizim oburluğumuzdan da olabilir, uzun uzun sohbetler ederek keyif yapmayı sevdiğimizden de.

Hayatımın her alanına hakim olan düşüncemse çok açık; Az çoktur aslında. Bu yüzden kahvaltı öğününde yiyebileceğim tüm besinlerin bulunduğu bir açık büfe yerine daha ufak bir tabakta, hoş bir sunum eşliğinde verilecek taze kahvaltılıkları tercih ederim. Hele o gittiğim yer kalabalıkla boğuşan bi' yer değilse, değmeyin keyfime. 

Arnavutköy, sakin sokakları, eski köşk evleri ve sonsuz huzuruyla bana gideceğimiz yeri seçme konusunda büyük bi' kolaylık sağladı. Son aylarda açılmış olan ve kahvaltısının methini duyduğum, aynı zamanda gelecek günlerde akşam yemeğine de gideceğim Any İstanbul'la tanışmamız da bu şekilde oldu. Oldukça eski bir evin altına konuşlanmış ANY. Oturduğumuz yerde ufacık da olsa deniz manzaramız vardı. Bayram tatili olmasına rağmen, insan yığını olmadığı için de ayrı bir mutlu olduk. İki kişilik kahvaltı sipariş ettik ve beklemeye koyulduk. İki kişilik kahvaltıda, peynir çeşitleri, avakado ve mozarellalı salataların yanı sıra; reçel, zeytin, acuka ve nutella gibi klasiklere de yer verilmiş olup; hepsi de oldukça tazeydi. Sunum bana, Bozcaada'da ettiğim kahvaltıyı anımsattı. 

Any İstanbul, balıkçılarıyla ünlü Arnavutköy'de yepyeni bir soluk. Komşularından çok farklı ve corner pub şeklinde kurulmuş. Gece eğlencelerinin de uğrak yeri olduğu söyleniyor. Gittiğnizde pizza, makarna gibi klasik seçenekleri de bulabileceğiniz gibi, değişik lezzetle etler ve burgerler de Any'nin özellikleri arasında. Tatlıları günlük olarak yapıyorlar, dilerseniz yalnızca bişeyler içmeye ve Arnavutköy'ün dinginliğini yaşamaya da gidebilmeniz mümkün. 


Buranın bana anımsattığı şarkı; Whitest Boy Alive-Burning ; 

       http://www.youtube.com/watch?v=fAWurnyKZUM





DEM BEBEK 

Karaköy sokaklarından tanıdığımız alıştığımız, çayseverlerin uğrak mekanı Dem, şimdi de Bebek'te bir şube açmış, üstelik çok daha etkili ve güzel bir dekorasyonla. Bunun en sevindirici yanı da şu ki; Karaköy'deki gibi kapıda sıra beklemeye, sıra bekleyenleri bekletme endişesine burada yer yok. Menüsünde birçok değişiklik yapılmış, yiyebileceğimiz birçok yeni lezzet katılmış. 

Şehrin leziz çay evi, Bebek'teki gürültülü halden harika bir kaçış noktası olmuş. Dekorasyona gelirsek; bembeyaz koltukların üzerinde, el yapımı yastıklar, Dem'in klasikleri arasında yer alan güzel kupaların içine ekilmiş çiçekler ve son olarak da bir duvarı boylu boyunca kaplayan, Dem severlerin instagrama koymuş olduğu fotoğraflar... Geri kalan her şey bir Dem klasiği olarak yerli yerinde. 63 çeşit çayın arasından yapacağımız zorlu tercihin galibi o gün için çin çayı oluyor. Mükemmel sunumu eşliğinde gelen demlik çay, oldukça hafif geliyor bize. Yolunuz düşerse şayet, muhakkak deneyin, karnınız acıkırsa da kişlerden denemeyi unutmayın! :) 




Buranın bana anımsattığı şarkı; The xx- The İslands

http://www.youtube.com/watch?v=PElhV8z7I60



JOAN MİRó'NUN ''Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar

Önceden de Sakıp Sabancı Müze'sinde birkaç sergiye gitmiş, sergideki eserlerle beraber, müzenin yeri ve içindeki büyülü bahçesinden oldukça etkilenmiştim. Şimdi de “Joan Miró'nun ''Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisine ev sahipliği ediyor SSM.  23 Eylül 2014 – 1 Şubat 2015 tarihleri arasında Emirgan’da Sakıp Sabancı Müzesi’nde bu sergiyi ziyaret edebilirsiniz. Sergide Miró'nun akrilik resimleri, taş baskıları ve heykellerinin bulunduğu 125 eseri mevcut. Ayrıca kişisel birtakım eşyalar ve kitaplar da görülecekler arasında. Sakıp Sabancı Müzesi pazartesi hariç her gün 10:00 – 18:00 saatleri arasında açık ve çarşamba günleri müze 20:00′ye kadar açık olup; girişler ücretsiz. Giriş ücreti tam 20 TL, öğrenciler ise 10 TL.







Sergiden sonra acıkırsanız şayet, yine tavsiye edebileceğim birkaç yer var. Baltalimanındaki La Boom'da Risotto yiyebilir, hemen buranın içerisinde açılan Pizza Emirgan'da müthiş lezzetli pizzalardan deneyebilirsiniz. Derseniz ki boğaz manzarası eşliğinde bişeyler içmek istiyorum, hemen rotanızı Bebek'e geri çevirip, kahvaltısıyla da meşhur olan; ancak her şeyden önce harika bir manzarası olan Mangerie'yi tercih edebilirsiniz. Güzel bir gün olsun! :)   

22 Eylül 2014 Pazartesi

1 kitap 1 mekan :)



                                                                1 kitap 1 mekan :)

 DOĞA TARİHİ 

''Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri, bizim kafeslerimiz'' Virginia Woolf 

Kitabı elime alıyorum, ilk sayfayı açıyorum ve karşıma çıkan cümle bu. İlk görüşte aşk gibi ilişkimiz. Geri kalan sayfaları iyi-kötü tüm yönleriyle kabul edip, merakla okumaya koyuluyorum. Ne yazarsa yazsın kabulüm. İlk cümle vuruyor çünkü bu aralar derdimiz hep başkalarının düşünceleri, o ne der bu ne der diye kaçırdıklarımız, kaçındıklarımız... Oysa başkalarının düşünceleri, başkalarının hayatları. Bizim değil. Baş kahraman Doğa da bu dertten müzdarip; ancak o bunu kabullenip, tüm yaşamını başkalarına göre inşaa etmeye başlıyor. Kendi gözleriyle değil de başkalarının gözleriyle bakıyor dünyaya. Tek arzusu onaylanmak. Onaylanacağı şekilde davranmak, hissettiği gibi değil.  

''Doğa, şarap içmeyi sevmiyordu. Şarabın tadı içini kaldırıyordu. Doğa şarap içiyor olmayı seviyordu''  

Üstte yazdığım kitaptan alıntı cümle güzelce özetliyor aslında. Doğa onaylanmayı seviyordu. Şirkette en iyi hep o olmalıydı, en zayıf, en güzel, gözler ona doğru dönmeliydi hep, hayran bakışlar üzerinde olmalıydı. Plazada, sporda, avmde. Doğa'nın Doğa'dan güzel arkadaşı olmamalıydı. Her zaman farklı olmalıydı, en çok onun fotoğrafları beğenilmeli, bir restoranta gittiğinde en çok onunla ilgilenilmeliydi. Doğa ilk gençlik çağlarında yaptı tercihini. En sevdiği grup olan Sepultura'nın cd'sini alıp dinlemek yerine, son parasıyla Sepultura yazılı t-shirt'ü almayı ve Sepultura dinlediğini tüm insanlara göstermeyi seçtiği gün, asıl seçimini yapmıştı. Artık olduğu gibi görünmeyecek, yalnızca göründüğü gibi olacaktı ve dinlemek yerine, dinlediğini göstermeye çalışacaktı. Bu onaylanmanın ilk kuralıydı. 

-meli -malı ekleri hep sıkıntı vermiştir bana. Bundandır ki kitaptan fazlaca etkilendim. Bişeyi böyle böyle yapmalı, böyle böyle etmeli diye sınırlandırmak oldukça anlamsız. Tek doğru olmadığı gibi, herkesin gerçeği de kendine. Olması gereken diye bişey yok, olması gereken zaman buydu diye bişey de yok. Herkes hayali neyse onun peşinden koşmalı, kim ne der diye düşünmeksizin. Uzun süredir üzerine düşündüğüm yegane konu bu. Benim gerçeğim, benim doğrum. Başka kimi ilgilendirir ki ? Yalnızca paylaştığımız kadarına vakıf olabilir insanlar.

Son olarak Tezer Özlü'nün bir sözünü hatırlıyorum. ''Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin 'medeni durum' dediğiniz durumsuzluk ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil'' 

Kitabı herkese tavsiye ederim bu arada, keyifle okunuyor :)




RAFİNE ESPRESSO BAR 

İstanbul öyle kalabalık ki. Ağzına kadar dolu bir şişeye benzetiyorum bazen. İçinde sıkışıp kalmamak imkansız. Metrobüs ve metroya binmek zorunda olduğum günlerde; bu şehrin içinde boğuluyorum sanki. İnsan güruhu üzerime üzerime gelirken ne huzurdan eser kalıyor, ne de hümanistliğimden :) 

İşte böyle bir günde, az insan, çok müzik, belki biraz da kahveye ihtiyaç duyuyor insan. Böyle bir anda, Kadıköy'ün belki de en kalabalık yeri Zeplin'in hemen karşısındaki Rafine Espresso Bar'ı görüyorum. Üç dört masalık ufacık bir yer. Hemen oturup filtre kahve ve browni söylüyorum. Oturduğum yerin karşı duvarında Sylvester Stalonne çizimi. Adeta onunla içiyoruz kahvelerimizi, sonra ben kitabıma dönüyorum. Derken siparişlerim geliyor. Beklentim yüksek değil; ancak browniden bi çatal aldıktan sonra dağılan dikkatim, yayılan lezzet beni de oldukça şaşırtıyor. Sonradan sebebini öğreniyorum. Cafenin sahibi esasında aşçı; hemde ünlü şef Batuhan Piatti'yle çalışmış, birçok yerde daha onun imzası bulunmakta. Bu yüzden de tatlıların enfes olması çok doğal. Tüm tatlıları içerideki küçük mutfakta kendisi yapıyormuş. Cheesecake, tiramisu, balkabaklı cheesecake ilk aklımda kalanlar. 

Mekan üç haftalık taze bi' yer. Hep tatlılardan bahsettim; ama kahve çeşitleri de enfes. Zaten asıl olarak kahveye ağırlık vermişler. Kadıköy'de yaşayanlar veya oradan geçenler için de self servis şeklinde karton kutuda kahvelerini almaları için uğrak bir mekan olmuş bile Rafine. Uğrayın derim! 


Buranın bana anımsattığı şarkı; 

Depeche Mode- Strangelove

 http://www.youtube.com/watch?v=JbWj951Bt2U



11 Eylül 2014 Perşembe

YENİ!

YENİ!

Yeni olan her şey güzel ve heyecan vericidir. İlk defa dinlediğimiz bir şarkı, okuduğumuz bir paragraf bile algılarımızı tümüyle değiştirip, dönüştürebilir. Bu bağlamda atalarımızın da dile getirdiği üzere tebdil-i mekanda ferahlık olduğu gerçeği de tartışılmazdır kanımca :) Bu yüzdendir ki yeni yerler keşfetmek beni mutlu etmekte, siz de gider ve benim kadar seversiniz umarım :)



ANADOLU YAKASINDA BİR KEŞİF; CoffeeNutz

Anadolu yakası; sessiz sedasız sokakları, sakinliği, genel eğlence ve yaşam merkezlerine uzaklığıyla her zaman uzun uzun zaman geçirmek açısından ikinci planda kalmıştır. Daha çok ikamet etmek için tercih edilen bir bölge olmaktan ileri gidememiş olan bu yakada, son zamanlarda Kadıköy ve Bağdat Caddesi haricinde de kıpırdanmalar olmaya başladı. Benim de yaşadığım yer olan Kozyatağı’nda apatmanların, ağaçların arasına gizlenmiş bir vaha keşfettim. CoffeeNutz. Kahve tutkunları; Arayın, bulun, gelin!


Atatürk Caddesi’ni bilen bilir, Kozyatağı’ndaki en kalabalık cadde olup; Starbucks ve Manolya gibi bilindikyerleri de üzerinde barındırmaktadır. Starbucks’ı es geçip, bir sokak ilerisine doğru yürüdüğüm o gün sanki bişey beni dürtmüştü. Büyükçe bir apartmanın altına konuşlanmış, ufacık bir bahçeyle karşılaşmam ve buranın CoffeeNutz olduğunu görmem böyle bir günde oldu.Bir köşede saatlerce oturup serinlikle kucaklayan ağacın altında keyif yapılabilecek bir salıncak, karşısında ise rahat mı rahat koltuklar karşıladı beni. Akşam olsa daha da güzel olurdu diye düşündüm, her yerde lambalar ve aydınlatıcılar vardı. Kulağıma enfes bi müzik çalındı tam da bu anda. 

                                    


Öncelikle şunu söylemeliyim, kahve tutkunlarını gerçekten mutlu edecek bir mekan. Bu konuda uzman sahipleri var CoffeeNutz’ın. Sıcak günleri serinlikle karşılamanızı sağlayacak Cold Drip içebilirsiniz, bugüne kadar içtiklerim arasında en iyisiydi; sıcak suya maruz bırakılmayan kahve tanelerinin daha uzun ömürlü olduğunu, asit ve yağ oranının daha düşük olduğunu söylüyorlar. İstanbul’da hızla ilerleyen bir trend haline gelen gurme kahveciliğinde iddialı olan bu mekanda filtre kahveye uygun, aroması bol Colombia çekirdeği, Espressoya uygun, güneş altında ve meyvesi ile birlikte bekletilmiş Ethiophia çekirdeği ve öğütülmüş kahve çeşitleri mevcut. Bunlar CoffeeNutz tarafından bizzat üretilmekte. Tabi filtre kahve gibi klasikler de unutulmamış.
  
                                   

En çok da üstteki fotoğrafta gördüğünüz kahveden alınabilecek tatların anlatıldığı tabloya şaşırdım. Kahve deyip geçmemek lazım, yüzlerce çeşidi, bize hissettirdiği onlarca tat var. Sözün özü, anadolu yakasına yolunuz düştüğünde güzel saatler geçirebileceğiniz sakin bir yer aradığınızda CoffeeNutz’ı es geçmeyin, ben çok sevdim!

Buranın bana anımsattığı şarkı; Tracy Chapman- Fast Car 

http://www.youtube.com/watch?v=TO9Qa7MpAvw


KARAKÖY ÇILDIRDI! Pim Karaköy 

Karaköy bundan beş altı sene önceye kadar, yalnızca Taksim'den Kadıköy'e geçmek için vapuru kullandığımız bir geçiş alanı niteliğindeydi çoğumuz için. Kim derdi ki her köşesine yepyeni yerler açılacak, eski tamirhaneler, atölyeler yenilenip bir yeme-içme eğlence merkezine dönüşecek diye. Şaşırtıcı oldu elbette. Son zamanlarda her gidişimde yepyeni bir cafeyle karşılaşmaktayım. Bu cafelerin arasında da tabi ki bir eleme yapıyor insan, her biri heyecan verici ve muhakkak gitmeliyim dedirtmiyor. Pim Karaköy'ü instagramdaki keşfet bölümünde gördüğüm an, mutlaka buraya uğramalıyım dedim ve arkadaşımı da alıp buranın yolunu tuttum. İyiki de böyle yapmışım dedim.
Baltazar'ın hemen karşı sokağında, yine çok sevdiğim Karaköy Bando'nun hemen karşısı. Kocaman geniş bi alan. Yan tarafında ise buranın pastanesi bulunuyor, ürünleri kendileri yapıyorlar. Oturduğumuz süre boyunca da yan taraftan gelen mis gibi kokular bize eşlik ediyor. 
Dekorasyonda öncelikle duvardaki kocaman grafiti dikkati çekiyor; ancak içeri doğru bakıldığında her ayrıntıya titizlikle dikkat edildiği belli oluyor. Pitaları ve pitalarla yapılan sandwichler öne çıkan lezzetler arasında. Bir sonraki gidişimde kesinlikle köfteli pitasını denemek istiyorum. Yan masaya geldiğinde biz çoktan seçimimizi yapmıştık, bir sonraki gelişimde kesinkes deneyeceğim diyerek kafamda bir not aldım bile. Menüde kahvaltı için beş değişik menü bulunmakta olup, yan taraftaki pastanesiyle ilgili de macaron konusunda oldukça başarılı olduklarını duyuyoruz. Karaköy'e gittiğinizde yeni bir yer arayışına girerseniz rahatlıkla gidip, saatler geçirebileceğiniz bi' yer. Yolu açık olur umarım.


Buranın bana anımsattığı şarkı; Alphawazen-Days;

http://www.youtube.com/watch?v=u_Z-ZwXKqIE


MODA'DA YEPYENİ BİR DURAK; Page Cafe&Gallery 

Moda'nın, Kadıköy'ün yeni yeni cafelere ev sahipliği yapması, Cihangir'leştirilmeye çalışılmasından oldukça rahatsız olduğum bir dönemde, Moda'ya inerken solda gördüm Page  Cafe&Gallery'i. Önyargılarımdan arınmaksızın girdim, kahve eşliğinde arkadaşımı beklemeye koyuldum. Ne yalan söyleyeyim, çok sevdim burayı. İçeri doğru ilerlediğimde, Berk Öztürk'e ait çizimlerin duvarda asıldığını gördüm. Burası bir Cafe-galeri. Moda'ya oldukça yakışmış, ilgili ve samimiler. Çilekli limonata ve lattesinin yanında, tatlılarından da deneyebilirsiniz. Moda'da kahvaltı edilecek onlarca yer demeyin, Page Cafe&Gallery, kahvaltı konusunda da iddialı. Moda'daki insan selini seyre dalmak için birebir olan lokasyonu da bizim için bir tercih sebebi oluşturuyor. Bu cafeyi ziyaret etmenizi öneririm.
Buranın bana anımsattığı şarkı; Youth-Doughter;

http://www.youtube.com/watch?v=VEpMj-tqixs







25 Temmuz 2014 Cuma

Kahve-Kitap




   KAHVE-KİTAP

 Bence insanlar ikiye ayrılır; evcimen olanlar ve evde oturma halinden asla hoşnut olmayanlar... Ben ikinci gruptanım. Evde uzanıp dinleneyim dediğim vakit, hemen hayatımdaki eksiklikler ve rahatsızlık duyduklarım aklıma üşüşür. Dışarıda olunca bu iç sesimi bastıracak birçok dış ses kulağıma doluşur, etrafımı dinlerim sessizce. Aynı mantıkla evde kitap okumak yerine, dışarıda bir yerlerde okumayı tercih ederim, kitaptaki karakterlerle içinde bulunduğum yerdeki insanları özdeşleştiririm, hikayeler bu şekilde beslenir. Hele de elimde güzel bi kahvem varsa, değmeyin keyfime... Sözün özü, kitabımı alıp kahvemi içebileceğim çok sevdiğim yerler var bu şehirde ve onların bana anımsattığı bazı şarkılar...bunları şimdi sizinle de paylaşacağım;



NO:41

Yıldız Teknik Üniversitesinin karşı sokağında koca bir yokuş vardır, hava muhalefeti sebebiyle zorlana zorlana çıktım ben de, daha önce hiç yürümediğim yollardan geçtim, tarihi yapılarla karşılaştım. Yokuşu bitirip de nefes nefese kaldığım an gözümü sola çevirdim ve işte karşımda keyifli bir mola için birebir; no:41. Beşiktaş'ı yalnızca bi yerlere ulaşmak amacıyla kullanılan bir geçiş alanı olarak düşünüp, bu semtte uzun uzun vakit geçiremeyeceğimi düşündüğümden benim için şaşırtıcı bi' keşif oluyor. Mekan sessiz, huzurlu ve serin. Girdiğiniz an No:41'in tarzı dikkat çekiyor, set şeklinde dizilmiş kekler, pastalar gözümüze çarptıktan sonra duvarları, tavana çekilmiş olan halat ve diğer dekoratif özellikleriyle buranın birçok yerden farklı olduğu hissediliyor. Orada oturduğum süre boyunca jazz müziğin en güzel örnekleri çalıyor ve bu butik kahvede beşiktaşın gürültüsünü, karmaşasını unutuveriyorum. Buranın en meşhur lezzeti, nutellalı kek. Sıcak servis ediliyor, yanına da filtre kahve söylediniz mi işte keyif burada başlıyor. Bunun dışında ev yapımı ekmekten yapılan sandviçlerini de unutmamak gerek. Sabah saatlerinde giderseniz tercih edebilirsiniz. Bununla da kalmıyor, no:41'de özel tasarım ürünü olan defterler ve çantalardan satın alabiliyorsunuz, herkesin üzerinde görebileceğiniz seri üretim ürünlerinden sıkılanlara orjinal bir kaçış noktası niteliğinde.




Bana buranın anımsattığı şarkı; The Smiths-Bigmouth Strikes Again;

http://www.youtube.com/watch?v=FgxEJOi6GtA



MİTTE 

Kadıköy sevdamdan tanıdığım herkes haberdardır. Karış karış bilir, uzun uzun saatler geçiririm. Yine böyle günlerden birinde sokaklar kazan ben kepçe yürüyordum ki karşıma çıktı bu mekan. Mitte Kadıköy'ün gizli kalmış bir vahası gibi. Tesadüf eseri gözüme ilişiyor. Cafelerin olduğu kısımdan çok ayrı bir yerde. Yoğurtçu parkının karşı sokağında, bir buçuk ay önce sessiz sedasız açılmış. Yazın ortasında öyle serin, öyle sakin bi' yer ki...Çitlerle sarılmış etrafımız, incir ağacı karşımızda.. Burası eskiden bir atölyeymiş, ortaklardan birine ait olan bu atölye şimdi bir cafe-atölyeye dönüştürülmüş. Masaların çoğu bizzat atölye sahibi ortak tarafından yapılmış. Ayrıca içeride minik bir vintage shop da var, bu konuda ayın belirli günlerinde bazı etkinlikler de yapılabiliniyor. Salı günleri kapalı olan bu mekana, kahvaltı yapmaya, şehrin gürültüsünden kaçıp güzel müzikler eşliğinde kahvenizi içmeye veya küçük vintage shoptan alışveriş yapmaya gelebilirsiniz. 









                                             Bana buranın anımsattığı şarkı; Blur-Caravan;

http://www.youtube.com/watch?v=-X7Cevdlt4w



KRONOTROP

Taksim'den Cihangir'e inen yolun sonunda kahveyi gördüğümüz an sağa dönüyoruz, hemen köşede küçücük bir dükkan karşılıyor bizi. Dışarıda oturup sokağın nabzını tutmak, daha açık tabirle öylece boş boş oturup geleni geçeni seyir pek keyifli. Kronotrop ilk olarak Galata'da dikkatimi çekmişti. Ufacık bir oda büyüklüğündeydi o zaman ve oturulacak yer yoktu, şimdi büyüdü ve yeni yerine de oldukça yakıştı. Espresso sevenler için taze çekirdekle hazırlandığını belirtmeliyim, bunun dışında filtre kahve, flat white gibi çeşitleri de mevcut. Yanında küçük porsiyon halinde servis ettikleri tatlılardan da yiyebilirsiniz. Ben henüz denemedim; ancak görüntüleriyle iştah açıyolar.



                                      Bana buranın anımsattığı şarkı; Bat For Lashes-Daniel;

 http://www.youtube.com/watch?v=Uk5kBLkYFlc


MOC İSTANBUL 

Nişantaşı'nın alışveriş çılgınlığı, kalabalık mekanları sizi de benim gibi bunaltmaktaysa ve bir şekilde yolunuz buralara düşmüşse şayet; house cafe'yi gördüğünüz an kendinizi o sokaktan aşağıya bırakın derim. Hemen sonunda Moc İstanbul'u göreceksiniz ve soluklanmak için müthiş bi durak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ben gittiğimde çok yağmurlu bir gündü. Yağmurun  ruh halime yaptığı o ağır etkiyi alıp götürdü bu yer. Tabi içtiğim lezzetli kahve ve çilekli tartın da bu konudaki büyük etkisi yadsınmamalı :) Gerçekten son zamanlarda açılmış olan butik kahveciler arasında en başarılısı diyebilirim. Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen kahveler var ve bu kahveleri harmanlamakta da üstlerine düşeni yapmaktalar. Özellikle cold brew isimli, buzla servis edilen soğuk kahveyi tatmanızı öneririm, eğer eve de götürmek isterseniz satın alma imkanınız da var. Tüm bunların yanısıra şaşırtıcı derecede başarılı tatlılardan da unutmadan bahsetmeliyim. Özellikle çilekli tart çok tazeydi. Tavsiye olunur. 





                                                Bana buranın anımsattığı şarkı; Bonobo-Cirrus;

 http://www.youtube.com/watch?v=p9dJliHNJAU



DRİP COFFEEİST


O gün yürüye yürüye Bağdat Caddesine iniyorum. Kahve içip, tatlı yeme isteğim var; ancak starbucks ya da carribou gibi zincir mağaza halindeki kahvecilerde değil. Alternatif olmadığını düşünerek kaderime razı gelecekken o sokağa giriveriyorum ve Drip Coffee İst'le karşılaşıyorum. O sokağın havasını tümüyle değiştirmiş olan bu yer ve yanındaki iki cafe daha, tıklım tıklım dolu değil. Çalışanlar çok ilgili ve kahve hakkında oldukça bilgililer. Sizin seçim yapmanıza gerek kalmaksızın lezzetli kahveniz mükemmel sunumuyla geliyor. Saatler geçerken bişeyler atıştırma ihtiyacınız olursa da, tatlılar sizi tavlıyor. Özellikle kahve düşkünü olanlar muhakkak gelmeli çünkü kahvelerle ilgili her ayrıntıyı üşenmeksizin anlatıyor buranın sahipleri, işlerini keyif alarak yaptıkları da her hallerinden belli oluyor. İki kişilik syphon kahve, yanına da frambuazlı cheesecake çok güzel bir seçenek. Anadolu yakasında kahve-kitap keyfi yapabileceğiniz bu mekana, bu tarafta oturan ya da yolu düşen herkesin mutlaka uğramasını tavsiye ederim. 





                       Bana buranın anımsattığı şarkı; Lighthouse Family- It's a Beautiful Day;

http://www.youtube.com/watch?v=-L1wt2CRKEs